.

ƏHLİBEYT MOİZƏ-1
Namaz vaxtı-Rusiya
ƏHLİBEYT KİTABXANA
İSLAMİ VİDEOLAR
  • www.İmanmedia.ge
  • CÜMƏ MOİZƏSİ
  • www.Ahlibeyt.az
  • İSLAMİ MP3 SAYTI

  • www.Ehlibeyt-aka.com
  • www.mp3.Ehlibeyt-aka.com
  • QURANİ KƏRİM DİNLƏ
    NAMAZIN QAYDASI
  • NAMAZIN VİDEOSU BAXIN
  • NAMAZ BARƏDƏ KİTAB
  • ƏHLİBEYT MOİZƏLƏRİ
    QAN YADDAŞIMIZ
    MUXTAR NAMƏ

    HADİ TV
  • www.Haditv.com
  • Главная » Статьи » MƏQALƏLƏR

    Ayetullah Cevadi Amuli: "Velayet-i Fakih, İmametin Devamıdır"

    haberKafirler, dinin temelini ortadan kaldırmak için, Peygamber’in (s.a.a) ölümünü bekliyorlardı. Ama Kevser ve Gadir hakikatleri, onları bu hedeflerinden alıkoydu, aynı şekilde Hz. Ali’nin velayetinin ve imametinin düşmanı kimseler de, on dokuz Ramazan tarihli olayı tertiplediler ki Ali b. Ebi Talib’in (a.s) vefatıyla kendi sorunlarını halletmiş olsunlar. Onlar, velayet gökyüzünde her yıldızın batışıyla birlikte başka bir yıldızın doğduğunu ve parladığını bilemiyorlardı. Nitekim İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz bizler, gökteki yıldızlar gibiyiz. Bir yıldız görünmez olduğunda başka bir yıldız doğar.”[1]

    Gökyüzündeki bütün yıldızlar, bir anda görünmez hale gelmemektedir ve batmamaktadır. Eğer, ölümün batı kıyısında bir imam vefat edecek olursa, hayatın doğu kıyısında başka bir imam doğar.

    Gaybet-i Kübra çağında da düşmanlar, bu gaybetten kötü istifade ederek, "İmam-ı Zaman’ın (ruhumuz ona feda olsun) gaybetiyle, "biz gaybet şüphesini gözetmekteyiz” diyemez. Zira, gaybet çağında da veliyy-i fakihin önderliği ve yöneticiliği İslami düzenin ve din sınırlarının koruyucusudur.

    Fakih kimsenin bir hakiki şahsiyeti vardır ki bu açıdan diğerlerinden üstünlüğü yoktur ve hatta onlarla eşit konumdadır. Ama bir de hukuki şahsiyeti vardır ve o da fakihlik, adalet, müdüriyet, cesaret ve yürekliliktir. O, bu açıdan diğerleri gibi değildir. Aksine Allah’ın veli kuludur. Allah’ın kulunun hukuki şahsiyetinin ise bir çok üstünlükleri vardır ki bunun sonucu olarak hakiki şahsiyetler ona uymalıdır. Örneğin eğer Veliyy-i Fakih bir taklit mercisi ise herhangi bir şeyin farz veya haram olduğuna dair fetva verdiği taktirde, bu fetva üzere amel etmek herkese farzdır. Eğer İran ve İsrail ilişkilerinin kesilmesi gibi yönetimsel (egemenlikle ilgili) bir hüküm verecek olursa, bu velai hükümle amel etmek de farzdır. Bununla amel etmek kendisine farzdır ve bunu çiğnemek, hatta kendisine bile, haramdır. Eğer hüküm ve yargı kürsüsüne oturacak ve hakemliği ile bir sanığı mahkum, diğer bir sanığı ise beraat ettirecek olursa, verdiği bu yargı hükmüyle amel etmek de hem diğerlerine, hem de kendisine farzdır. Bu hükmü çiğnemek, hem diğerlerine ve hem de kendisine haramdır. O halde velayet-i fakih, fıkhi fetvalar bölümünde, hakemlik ve yargı hususunda ve aynı şekilde İslami düzeni idare etmekte, adalet ve fakihliğin velayetinin ta kendisidir. Bu esas üzere Mirza-i Şirazi (r.a), "Bugün tütün kullanmak haramdır”[2] diye bir fetva verince, o velai hüküm bütün herkese farzdı. Bu hatta kendisi için de farzdı. Bunu çiğnemek de hem diğerlerine hem de kendisine haramdı.

    Ali b. Ebi Talib’in (a.s) de velayeti işte böyledir. Ali b. Ebi Talib (a.s) fıkhi veya yargı ile ilgili bir hüküm verdiği zaman Allah’ın veli bir kuluydu. Ama, fetva ve yargı hükmüne itaat etmesi açısından o Ali b. Ebi Talib (a.s) idi. Fakih’in hukuki bir şahsiyeti vardır ki diğerlerinden seçkindir ve hakikatte bu hukuki şahsiyet; fakihlik, adalet ve cesaret gibi bir takım melekelere geri dönmektedir. Ama fakih bir kimse, hakiki bir şahsiyete de sahiptir ki bu şahsiyeti diğer insanlarla aynı konumdadır.

    Velayet-i Fakih, vekalet işi değildir. Çünkü hiç kimse dinin kayyımı ya da ihtiyarının sahibi değildir ki fakihi vekil kılmış olsun. Şer’i haklar da insanların iradesi altında değildir ki kendileri için bir vekil tayin etsinler. Vekalet, insanın kendi yetkileri dahilinde bir kimseye vekalet vermesi şeklindedir. Ama hiç kimse dinin irade ve yetkisine sahip olmadığı için vekalet verme hakkına sahip değildir. Dolayısıyla hakikatte Peygamber için olan şey, niyabet şekliyle veliyy-i fakihin hukuki şahsiyetine, yani fekahet ve adaletine verilmektedir.

    Düşmanları ümitsiz kılan ve dostları sevindiren şeylerden biri de önderin velayetidir. Öndersiz bir toplum, Bosna-Hersek’in akıbetine uğrayacaktır. Avrupa’nın kalbindeki Bosna’ya acımayan düşmanlar, asla İslami İran’a merhamet etmezler. Bu arada şu farklılık da göze çarpmaktadır ki Bosnalılar, etrafta güvenilir ülkeler bulunduğundan oraya kaçabildiler. Ama İran İslam Cumhuriyeti ne yazık ki her taraftan kan içici düşmanların (Irak, Türkiye, Afganistan…) kuşatması altında bulunmaktadır.

    Düşman, her şeyini toplayıp gitmiş değildir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan iki ayet sürekli olarak kulaklarımıza tehlike çanlarını çalmaktadır. "Fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, ”[3] Hakeza: "Yine (Peygamber'e düşmanlığa) dönerseniz, biz de (ona) yardıma döneriz.”[4] Bu iki ayetin bizlere vermek istediği mesaj şudur ki, eğer sizler dönecek olursanız biz de döneriz ve eğer sizler yolda olursanız, biz de feyzimizi devam ettiririz.

    Gadir bayramı günü, müminlerin birbirleriyle karşılaştıklarında şöyle demeleri müstehaptır: "el-hamdülillah’il-lezi ce’elna min’el-mütemessikin bi velayet-i emir’el-müminin ve’l-eimme (a.s)”[5] Zira en önemli konu rehberlik konusudur. Şartları haiz olan ve güçlü bir önder bulabilmek kolay bir iş değildir. İdarecilik gücü ve önderlik sadece ilim elde etmekle ortaya çıkmamaktadır. Elbette ilim sahibi olmak da rehber ve önder olmanın şartlarından biridir.

    Afganistan, Lübnan ve Irak gibi ülkelerin sorunu silah ve direniş sorusu değildi. Aksine bir rehber ve önderlerinin olmayışıydı. Bu ülkede savaşçı, silahşör, silah ve fedakar insanlar vardır. Bu ülkelerde mücahitler bir çok şehitler de vermişlerdir. Onların en büyük sorunu önderlik sorunuydu. Hakikatte bir Kevser mesabesinde olan layık ve zahit bir önder olmadan, bir toplum oluşturmak mümkün değildir. Allah korusun yakın bir gelecekte veya uzak bir tarihte bizim gafletlerimiz ve düşmanların uyanıklığı sebebiyle İran İslam Cumhuriyeti de bu sorunla karşı karşıya gelebilir. Gadir-i Hum hakikatini ihya etmenin bir yolu da İslam düzeninin kadrini bilmemiz, can ve malımızla bu düzeni korumamız ve İmam gibi olan İran İslam Devrimi önderinin velayet ve yöneticiliği sayesinde İslami kamil bir düzene doğru hareket etmemiz ve bu ilahi yolda sapıklıklara karşı direnç içinde olmamızdır.

    Münezzeh olan Allah, dinin kemale ermesini ve nimetin tamamlanmasını Ehl-i beyt’in (a.s) velayeti şartıyla kabul etmektedir. Velayeti olan bir din, kamil ve Allah’ın beğendiği bir dindir. Bu yüzden dini kemale erdirdikten ve nimeti tamamladıktan sonra şöyle buyurmuştur: "ve size din olarak İslam’ı beğendim” Yani bugün ben, din olarak size İslam dinini seçtim, şimdiye kadar İslam, Allah’ın tüm boyutlarıyla hoşnut olduğu bir din değildi. Ama bugün velayet makamı, dinin kemale ermesine ve nimetin tamamlanmasına ortam sağladığı için böyle bir İslam, Allah’ın beğendiği bir İslam haline gelmiştir.

    Allah nezdinde din bu İslam’dan ibarettir. "Allah nezdinde hak din İslâm'dır.”[6] İslam, bütün ilahi peygamberlerin dini olmuştur ve farklı şartlarda ilahi Peygamberler çeşitli şekillerde gelmişlerdir. Ama kamil ve tam olan İslam, bir velayeti olan İslam’dır. Velayetsiz bir İslam ve itretsiz (ehl-i beytin olmadığı) bir Kur’an, yabancıların ümitlendiği ve tamaha kapıldıkları bir husustur. Zira yabancılar, böyle bir dine kolayca üstün gelebilirler. Ama din bir yöneticiye ve dindar valilere sahip olduğu müddetçe yabancılar ümitlerini kesecektir.

    2-Tarihte Velayet Bayramı

    Peygamber-i Ekrem, H. 10. yılda Allah tarafından bizzat Hac merasimine katılmak ve kamil haccı Müslümanlara öğretmekle görevlendirildi. Peygamber’in emriyle, Zi’l-Ka’de ayında, Medine’de ve kabileler arasında Peygamber’in hacca gitmek istediği haberi yayıldı.

    Bu haberin yayılması üzere Medine’nin etrafında binlerce kişi çadır kurdular ve hepsi Peygamber’in hareket edeceği anı beklediler. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Zi’l-Ka’de ayının sonlarında Ebu Dücane’yi Medine’de kendi yerine bıraktı ve yanındaki altmış kurbanla birlikte Mekke’ye doğru hareket etti. Zü’l-Huleyfe’de (Mescid-i Şecere’nin bulunduğu bölgede) ihrama girdi ve Mekke’ye doğru harekete geçti. Zi’l-Hicce ayının dördüncü günü, Allah’a hamd ederek ve İbrahim’e (a.s) selam göndererek Mekke’ye girdi. Peygamber-i Ekrem (s.a.a.) tarafından Yemen halkını İslam’a davet etmekle görevlendirilmiş olan Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) de Peygamber’in Mekke’ye doğru harekete geçtiğini işitince, yanındaki otuz dört kurbanlık ile birlikte, hac merasimine katılmak için Yemen’den geri döndü ve Mekke yakınlarında Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ile görüştü.

    Peygamber-i Ekrem o yıl, Müslümanlara kamil Hacc’ı öğretti ve Zi’l-Hicce’nin 9. günü (Arefe günü), öğle ve ikindi namazını Arefe topraklarında Müslümanlardan yüz bin kişi ile birlikte eda etti. Daha sonra tarihi hutbesini irad etti ve bu hutbesinin başında Müslümanlara şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Sözümü işitiniz, belki bundan sonra bu bölgede sizi göremem.”

    Sonunda da işaret parmağıyla göklere doğru işaret ederek şöyle buyurdu: "Ey Allah’ım! Ben mesajlarını ilettim.” Daha sonra da, "Allah’ım! Sen şahit ol!” diye üç kez tekrarlayarak sözlerini sona erdirdi. [7]

    Tarih ve hadis dilinde bu Hac; Veda, Belağ ve İslam Haccı olarak adlandırılmıştır. Bu hac merasimi sona erdikten sonra Peygamber-i Ekrem Mekke’yi terk ederek Medine’ye doğru yola koyuldu. Kervan Rabuğ (Kufe’nin üç mil ötesinde) denilen bir yere vardı. Burada Cebrail nazil oldu ve şu ayetle Peygamber’e şöyle hitap etti: "Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.”[8] Orası, Gadir-i Hum topraklarıydı ve o günkü dünyanın adeta dört yolu konumundaydı. Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) dur emrinden sonra bütün herkes yerinde durdu ve bir yere toplandı. Hava oldukça sıcak idi, öyle ki insanlar ridalarının[9] bir bölümünü başlarına ve bir bölümünü de ayaklarının altına sermişlerdi.

    Bir ağacın üzerine atılan bir çarşaf vasıtasıyla Peygamber (s.a.a) için bir gölgelik oluşturuldu. Peygamber öğle namazını orada cemaatle kıldı. Daha sonra cemaat etrafında halka oluşturmuş bir halde otururken, develerin mahfesinden oluşan yüksek bir yerde durdu ve yüksek bir sesle, tarihi hutbesini irad etti. Allah’a hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Ben yakında Hak Teala’nın davetine icabet edeceğim ve aranızdan gideceğim. Ben sorumluyum ve sizler de sorumlusunuz. Benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?”

    Orada hazır bulunanlar şöyle dediler: "Biz şehadet ediyoruz ki sen risaletini yerine getirdin ve çaba gösterdin. Allah sana mükafat versin.” Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "Allah’ın bir olduğuna, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, cennet, cehennem ve öte alemde ebedi bir alem olduğuna şehadet ediyor musunuz?” Oradakiler şöyle dediler: "Şehadet ediyoruz.” Daha sonra Peygamber şöyle buyurdu: "Ben sizlerin aranıza iki değerli emanet bırakıyorum. O iki değerli emanete nasıl davranacağınıza bakmak gerekir.” Orada bulunanlardan biri yüksek sesle şunu sordu: "Bu iki değerli ve nefis şeyden maksadınız nedir?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Birisi Allah’ın kitabı, diğeri ise benim Ehl-i Beytim ve itretimdir. Allah bana bu iki emanetin asla birbirinden ayrılmayacağını haber vermiştir. Ey insanlar! Kur’an’dan ve itretimden öne geçmeye çalışmayınız ve her ikisi ile amel hususunda kusur etmeyiniz ki helak olursunuz.”

    Bu arada Ali’nin (a.s) elinden tutarak, koltuğunun altındaki beyazlık görülünceye kadar elini yukarı kaldırdı ve Ali’yi (a.s) orada bulunan herkese tanıtarak şöyle buyurdu: "Müminlere kendilerinden daha evla olan kimdir?” Onlar şöyle dediler: "Allah ve Peygamber’i bunu daha iyi bilir.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah benim mevlamdır, ben de müminlerin mevlasıyım. Ben onlara kendi nefislerinden daha evla ve layık kimseyim.” Daha sonra da emin olmak ve yanlıştan kaçmak için şu cümleyi üç defa tekrarladı: "Ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır.” Peygamber daha sonra şöyle dua etti: "Allah’ım! Ali’nin velayetini kabul eden ve onu seven kimseyi sen de sev. Ali’ye düşmanlık eden kimseye sen de düşmanlık et. Allah’ım! Ali’nin yardımcılarına yardım et, Ali’nin düşmanlarını hor ve hakir kıl ve Ali’yi hakkın merkezi kıl.”[10]

    Peygamber, daha sonra halka şöyle buyurdu: "Şimdi vahiy meleği nazil oldu ve şu ayeti indirdi: "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.”[11] Bu esnada Peygamber’in tekbir sesleri yükseldi ve Peygamber şöyle buyurdu: "Kendi dinini kemale erdiren ve nimetini sona kavuşturan, benden sonra Ali’nin hilafet, velayet ve vesayetinden hoşnut olan Allah’a hamdolsun.”

    Daha sonra Peygamber bu yüksek yerden aşağı indi ve Ali’ye (a.s) şöyle buyurdu: "Çadırın altında otur da İslami büyük şahsiyetler ve önde gelenler seninle tokalaşsın ve seni tebrik etsinler. Herkesten önce şeyheyn (Ebubekir ve Ömer) Ali’yi (a.s) tebrik ettiler, onu şu ifadelerle kendilerinin mevlası olarak adlandırdılar: "Ne mutlu sana İbn-i Ebi Talib, şüphesiz sen benim ve her mümin erkek ile mümine kadının mevlası oldun.”[12] Hassan b. Sabit de Peygamber-i Ekrem’den (s.a.a) izin alarak şiir yazdı ve Peygamber’in (s.a.a) huzurunda okudu. [13]

    Tarihe müracaat edildiği taktirde açıkça anlaşılmaktadır ki 18 Zi’l-Hicce günü Müslümanlar arasında Gadir-i Hum Bayramı olarak meşhur olmuştur. [14] Bu İslami bayramın kökleri bizzat Gadir gününe dönmektedir. Zira o gün Peygamber Muhacirlere, Ensara ve kendi eşlerine, Ali’nin (a.s) yanına varıp böyle büyük bir fazilete erdiği hasebiyle kendisini kutlamalarını emretti. Zeyd b. Erkam şöyle diyor: "Muhacirlerden Ebu Bekir, Ömer, Osman, Talha ve Zübeyr, Ali’ye (a.s) biat eden ilk kimselerdi ve bu tebrik ve biat merasimi güneş batıncaya kadar devam etti.”[15]

    Tarihi Gadir olayını sahabeden 110 kişi ve tabiinden 89 kişi nakletmişlerdir ki bu kimselerin adları Ehl-i Sünnet kaynaklarında da kaydedilmiştir. Gadir hadisinin ravileri sonraki asırlarda da oldukça büyük bir rakamdaydı. Ehl-i Sünnet alimlerinden 360 kişi bu hadisi kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Büyük bir grubu da bu hadisin sıhhat ve sağlamlığını itiraf etmişlerdir. Bazı kimseler ise Gadir hadisi hakkında, bağımsız bir kitap yazmışlardır. Şia alimleri de evrensel Gadir günü hakkında çok değerli kitaplar yazmışlardır ki bu kitapların en kapsamlısı, Allame Mücahit Emini’nin (r.a) yazmış olduğu el-Gadir kitabıdır.

    Dinde Velayetin Yeri

    Gerçi Resul-i Ekrem, bi’setin başlangıcından itibaren çeşitli münasebetlerle defalarca Ali’nin (a.s) hilafet ve imametini beyan etmiş idi. Ama Gadir-i Hum günü ortaya çıkan bu hadise evrensel bir bildiri ve kalıcı bir senet konumunda olmuştur ki, dünyanın dört bir tarafından oraya toplanmış olan yüz binden fazla müslümanın huzurunda bu evrensel bildiri açıkça okunmuştur. Bu tarihi senet bizzat Peygamber-i Ekrem’in mübarek eliyle imzalanmıştır ve tarihe kaydedilmiştir. Masum önderlerin ve velayet aşıklarının tarih boyunca ameli ve ilmi siretinde bu tarihi senet tecelli etmiştir.

    İmamlar (a.s) sürekli olarak velayet ve imametin aslının çok önemli ve merkezi bir konu olduğunu önemle vurgulamışlardır. Nitekim İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "İslam beş esas üzere kuruludur: Namaz, zekat, oruç, hac ve velayet. Bu esaslardan hiç birisi, velayet esası kadar önemli değildir.”[16]

    Bazı rivayetlerde de Gadir-i Hum gününde velayetin söz konusu edildiği açık bir şekilde yer almıştır: "İslam beş esas üzere kuruludur… Gadir günü velayete davet edildiği gibi hiçbir şeye davet edilmemiştir.”[17]

    Zürare ise şöyle diyor: "İmam Bakır (a.s) İslam’ın beş temel esasını beyan ettikten sonra ben kendisine şunu sordum: "Bu esaslardan hangisi daha üstündür?” İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdu: "En üstün esası ve temeli velayettir. Zira velayet, dinin esasları arasında kilit rol oynamaktadır ve İmam, dinin önderidir.”[18]

    Hadisin devamında ise İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: "İşin yüceliği, yüce zirve, onun kilidi, her şeyin anahtarı, rahman olan Allah’ın rızayeti, İmam’ı (a.s) tanıdıktan sonra ona uymaktır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: "Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”[19] Eğer bir kimse bütün gece namaz kılar ve bütün gündüzleri oruç tutar, bütün varlığını sadaka verir ve her yıl hacca gider ama Allah’ın veli kulunun velayetini tanımazsa, onu kabullenip bütün işlerini İmam’ın kılavuzluğuyla yapıncaya kadar Allah tarafından hiçbir ecre sahip değildir ve İman ehlinden sayılmaz.”[20]

    Gadir Sahnesinde Şahit Tutmak

    Münezzeh olan Allah, özel yerlerde insanlardan söz alarak, onları bizzat kendilerine şahit kılmış ve şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”[21] Halifetullah ve kamil insan, yani Allah’ın eserlerinin kendisinde tecelli ettiği Resuli Ekrem de Gadir günü Allah’ın büyük ayeti olarak insanlardan söz aldı ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Acaba ben sizlere kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” Onlar, "evet” dediler.

    İlahi söz alma hususunda yapılan şey, Allah’ın rububiyetini ve insanların kulluğunu itiraf etmek, ikrar etmek ve şahit olmaktı. Gadir-i Hum günü ise hilafet, rehberlik ve velayet için şahitlik söz konusuydu.

    Şahit tutmak, insanın bir realite üzerine karar alması ve teslim olması içindir. Allah, rububiyetini ve bizim kulluğumuzu bizlere gösterdi ve de itaat sözünü almak ve teklif ve şeriati kabullenmemiz için, bizlere şöyle sordu: "Acaba ben sizin rabbiniz değil miyim?”, biz ise "Evet” dedik. Peygamber de insanları kendi nübüvvetine şahit kıldı ve Gadir sahnesinde hazır olan kimseler "Evet” dediler. Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: "Benim nübüvvet ve velayetimi kabul etmenin gereği, vasim olan Ali’nin (a.s) velayet ve imametini kabul etmektir. İmamlar’dan (a.s) bir çoğu, Gadir olayı hakkında bir takım delil ve hüccetler beyan etmişlerdir. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) de hilafet hadisesinden sonra bu olayı şahit göstererek şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar, sizler Gadir günü ve diğer yerlerde Peygamber’in beni vasi kıldığına şahit olmadınız mı? O halde benim önderliğimi kabul etmeniz gerekir.”

    Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Nehc’ül-Belağa’da şöyle buyurmaktadır: "Allah’a yemin olsun ki ben bütün insanlardan, hatta bizzat kendilerinden, kendi nefislerine daha evlayım.”[22]

    Bu evla olma gerçeği, tayini bir evleviyyettir; tafzili değil. [23] Hz. Ali’nin (a.s) bu Nehc’ül-Belağa hutbesinde beyan buyurduğu hakikatler, Peygamber’in (s.a.a) Gadir hutbesinden istifade edilerek beyan edilmiştir.

    İlahi Velinin Evleviyyeti (Evla Oluşu)

    "Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, birbirlerine daha yakındırlar; ”[24] ayeti nazil olduktan sonra insanlar bu ayetin anlamını Resul-i Ekrem’e (s.a.a) sordular. Peygamber şöyle buyurdu: "İşitmek ve itaat etmek”[25] Yani, benim iki makamım vardır: Birincisi risalet makamıdır ki bu makam esasınca ilahi hükümleri naklediyor ve bizzat kendim de bu hükümlerle amel ediyorum. İkinci makamım ise velayet, imamet ve toplumun önderlik makamıdır. Ben, savaş ve barış komutanıyım. Ülkenin idari ve askeri işlerinden ben sorumluyum. Dolayısıyla emrime itaat edilmelidir. "Müminlere daha evla” ifadesi, yani bütün müminlerin her alanda velayetini dile getirmektedir. "Nefisleri, malları ve hakları hususunda”

    Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Gadir-i Hum günü ilk önce dinin marifet ve temel ilkelerini dile getirdi. Bütün herkes bu esasları ikrar etti. Daha sonra "Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.”[26] ayetini tilavet buyurdu ve orada hazır bulunanlardan, "Ben müminlere kendi nefislerinden daha evla değil miyim?”[27] diye ikrar ve itiraf aldı. Peygamber daha sonra şöyle buyurdu: "Herkes, kendi iradesinin sahibidir. Ama Peygamber vali, mütevelli, veli ve herkesten daha evla konumdadır. Ahzab Suresi’nin ayetinde ve Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) sözlerinde evleviyet (evla oluş) meselesi, tayini bir meseledir; tafzili değil. Yani, "diğeri de bu işi yapabilir, ama Zeyd’in yapması daha evladır” denildiğinde bu iş tafzili bir iştir. Ama tayini bir iş ise şu ayette olduğu gibidir: "Akraba olanlar, birbirlerine daha yakındırlar; ”[28] Bu ayetin anlamı herkesin mirasta eşit olduğu değildir. Lakin birinci sınıf, buna daha layıktır. Hatta şu anlamdadır ki birinci sınıfın varlığıyla miras ikinci sınıfa intikal etmez. Aynı şekilde ikinci sınıfın oluşuyla da miras üçüncü sınıfa intikal etmez.

    O halde, evleviyyet meselesi de tayini olduğu için peygamber olduğu taktirde artık insan kendi iradesinin sahibi değildir. Yoksa bu hem bizim kendi irademize sahip olduğumuz ve hem de Peygamber’in bizim irademize sahip olduğu anlamında değildir. Dolayısıyla tayini değil de tafzili bir evleviyyet ifadesi olarak işlerimizi Peygamber’in yapmasının sadece daha iyi olduğu anlamına gelmemektedir. O halde manası şudur ki, Peygamber bir şeyi irade ettiği taktirde insan onun karşısında hiçbir hak ve hukuka sahip değildir. İnsanlar kendi şahsi işlerinde, kendi üzerlerine hakim konumdadır. Ama Resul-i Ekrem’in (s.a.a) önderliği altına girdikleri taktirde ilk ve son sözü Peygamber-i Ekrem (s.a.a) söylemektedir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Gadir’de bu hususu, Ahzab Suresi, 6. ayetten istifade ederek hayata geçirmiştir. (abna)

     


    [1] Usul-i Kafi, c. 1, s. 338

    [2] Tarih-i Siyasi-i Muasır-i İran, c. 1, s. 29

    [3] İsra suresi, 8. ayet

    [4] Enfal suresi, 19. ayet

    [5] Yani bizleri müminlerin emirinin ve imamların (a.s) velayetine sarılanlardan kılan Allah’a hamdolsun. (İkbal’ul-A’mal, s. 777-778)

    [6] Al-i İmran suresi, 19. ayet

    [7] Bihar’ul-Envar, c. 21, s. 405

    [8] Maide suresi, 67 ayet

    [9] Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. Hırka.

    [10] Bazı rivayetlerde nakledildiğine göre ise Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir.” (Bihar’ul-Envar, c. 37, s. 137) Artık burada, "Mevla” kelimesi söz konusu değildir ki bazıları bunu tevil ederek şöyle diyebilsinler: "Mevla kelimesi, yardımcı ve dost anlamındadır, rehber değil.” Onlar, "Allahumme valin men valahu ve adin men adahu, vensur men neserehu, vehzul ben hezelehu.” (Allah’ım! Onu seveni sen de sev, ona düşman olana sen de düşman ol, ona yardım edene sen de yardım et ve onu yardımsız bırakanı sen de yardımsız bırak) diye buyuran hadisin devamındaki sözlerin delili üzere, hadiste yer alan Mevla kelimesinin rehber değil dost ve yardımcı anlamına geldiğini ifade etmektedirler. Onlar, kanıt göstermek hususunda ölçünün, sözün başlangıç akışının önemli olduğu ve sözün zuhur dizginlerinin, sözün sonuna değil, başına bağlı olduğu hususunda gaflet etmişlerdir. Sözün asıl hedefini gösteren tablo, sözün giriş bölümüdür. Sözün giriş bölümünde ise Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) önderliği ve velayeti hususunda kanıtlar söz konusu edilmektedir. Zira Peygamber, Ahzab suresi, 6. ayet "Peygamber; mü'minler için kendi öz nefislerinden daha evladır” esasınca insanlardan kendilerine oranla daha evla ve layık olduğu hususunda söz almış ve daha sonra da şöyle buyurmuştur: "Eğer ben daha evla isem, herkim velayetimi kabullenirse Ali’nin (a.s) velayetini de kabullenmelidir.”

    [11] Maide suresi, 3. ayet

    [12] Bihar’ul-Envar, c. 37, s. 142

    [13] Bihar’ul-Envar, c. 21, s. 378-413 ve c. 37, s. 108-253 ve el-Gadir, c. 1, s. 9-12 ve Sire-i Halebi, c. 3, s. 289

    [14] El-Gadir, c. 1, s. 267

    [15] A. g. e. s. 270

    [16] Bihar’ul-Envar, c. 65, s. 329

    [17] a. g. e. s. 332

    [18] Bihar’ul-Envar, c. 65, s. 332

    [19] Nisa suresi, 80. ayet

    [20] Bihar’ul-Envar, c. 65, s. 333

    [21] A’raf suresi, 172. ayet

    [22] Nehc’ül-belağa, 118. hutbe

    [23] Bir şeyi üstün kılmak. Birisini ötekisinden mühim görmek. Gr: Bir şeyi "en üstün, daha üstün daha çok, en iyi, daha iyi" gibi mânâ ifâde etmesi için mukayese ve üstünlük gösteren ismini söylemek ki, buna "ism-i tafdil" denir. Ef'al vezninde; efdal (daha faziletli), ekber; (en büyük), ahsen; (en güzel, daha güzel) gibi. Dolayısıyla burada belirtilen evleviyet, ötekisinden üstün görülen bir evleviyet değildir, özellikle tayin edilmiş ve tesbit edilmiş bir evleviyettir. (müt. )

    [24] Ahzab suresi, 6. ayet

    [25] Bihar’ul-Envar, c. 37, s. 127

    [26] Ahzab suresi, 6. ayet

    [27] Bihar’ul-Envar, c. 37, s. 23 ve 123

    [28] Ahzab suresi, 6. ayet

    ABNA

    Категория: MƏQALƏLƏR | Добавил: moizeler (08.03.2013)
    Просмотров: 815 | Рейтинг: 0.0/0
    Всего комментариев: 0
    Добавлять комментарии могут только зарегистрированные пользователи.
    [ Регистрация | Вход ]
    ƏHLİBEYT MOİZƏ-2
    QURANİ-KƏRİM [127]
    HƏDİSLƏR [30]
    DUALAR [45]
    İSLAMİ DƏRSLƏR [629]
    NAMAZ [26]
    KİTABXANA [23]
    TARİX [92]
    AZƏRBAYCAN [31]
    CÜMƏ MOİZƏLƏRİ [404]
    MUHƏRRƏM 2015 [81]
    MUHƏRRƏM 2014 [31]
    MUHƏRRƏM 2013 [76]
    MÖMİNƏLƏR ÜÇÜN [110]
    YENİLİKLƏR [46]
    OCAQ NEJAD AĞA [109]
    FİRUĞİ AĞA [57]
    AĞA RƏŞİD [119]
    HACI ŞAHİN [500]
    HACI İLQAR [66]
    Azəricə moizələr [858]
    Azəricə moizələr 2 [163]
    Rusiya-Azəri moizələr [9]
    Turkcə moizələr [27]
    İSLAMİ XƏBƏRLƏR [591]
    İSLAMİ VİDEOLAR [487]
    UMUMİ MOİZƏLƏR [110]
    ƏRƏB DİLİ VİDEO [2]
    İSLAMİ FİLMLƏR [78]
    ROVZƏ VƏ MƏRSİYYƏ [106]
    MƏQALƏLƏR [1559]
    Muhərrəmlik 2015

    QURAN DİNLƏ
  • QURANİ KƏRİM SAYTI
  • CÜMƏ MOİZƏLƏRİ

    İslami saytlar
  • www.Ramazan.313news.net
  • www.Furgan.net
  • www.Kanal-12.az
  • www.İmamzaman.az
  • www.e-Quran.ru
  • www.Medrese.az
  • www.İxlas.az
  • www.Axlaqimaarif.com
  • www.islamveheqiqet.com
  • www.al-Mahdi.ru
  • www.Namaz.ge
  • www.al-Hasan.org
  • www.Quranflash.info
  • www.Caferilik.com
  • www.Əqile.biz
  • www.Nur14.com
  • www.Forooghetohid.com
  • www.zehra-yolu.com
  • www.İslamnuru.org
  • www.Furgan.net
  • www.313-nefer.hol.es
  • www.İslam14.com
  • www.İslammobile.biz
  • www.Ehlibeyt.az
  • www.Ziyaret.az
  • www.Sualcavab.ge
  • www.Shia.az
  • www.Sadeqin.com
  • www.Qlobal.tv
  • www.Az.İslamic-lib.com
  • www.Mihrap.tv
  • www.Maide.az
  • www.Rizvan.net
  • www.Myquran.de
  • www.Nur-Az.com
  • www.Feqih.ws
  • www.Fetva.313news.net
  • www.Hadis.313news.net
  • www.SualCavab.ge
  • www.Zuhurdogru.com
  • www.Erfan.ir/azari
  • www.Sual.nur-az.com
  • www.Besiret.az
  • www.İslamquest.net/az
  • www.Zaer.Hajj.ir/az
  • www.Mesbahyazdi.ir/az
  • www.Tvshia.com
  • www.Az.İslamic-sources.com
  • www.Zuhuradogru.org
  • www.Tekamül.az
  • www.İdrak.info
  • www.Mekteb.net
  • www.Mesumlar.biz
  • www.Axlaqimaarif.com
  • www.Cavab-al.com
  • www.Nardaranpiri.com
  • www.Haditv3.com
  • www.Ceferiler.com
  • www.Ehlibeytalimleri.com
  • www.Sibtayn.com
  • www.Alulbeyt.com.tr
  • www.QURAN.az
  • www.islamaz.com
  • www.İslamadogru.biz
  • www.Aleviansiklopedisi.com
  • www.Muselman.ws
  • www.Gunahkar-bende.ucoz.org
  • www.Xayalmuazzin.com
  • www.İslammektebi.org
  • www.Zeka.az
  • www.Haqqul-islam.tr.gg
  • www.İslamkutuphanesi.com
  • www.Balaghah.net
  • www.Ahlibeyt.az
  • www.az-Zahra.ru
  • www.Shia.ucoz.ru
  • www.Ahlibeyt.ge
  • www.YabnazZahra.org
  • www.Eminimanli.com
  • www.Gozlerik.biz
  • www.Kovser.az
  • www.İman.ge
  • www.ehlibeytnuru.ucoz.com
  • www.Az.islam-news.ru
  • www.EbediNur.info
  • www.Erfan.ir
  • www.tri.samantarjomeh.ir
  • www.al-Shia.org
  • www.İslam.az
  • www.İnteraztv.com
  • www.BeytuzZehra.com
  • www.kurander.com.tr
  • www.BilgeKadin.com.tr
  • www.Ehlibeyt-aka.com
  • www.Quranevi.az
  • www.Noorsoft.info
  • www.Ahlulbaytportal.com
  • www.Ocaqnejad.net
  • www.Leader.ir/
  • www.Ehlibeyt.ucoz.ru
  • www.Ehlibeytkutuphane.com
  • www.Mascid.com
  • www.Etiqad.net
  • www.Dovodi.ru
  • www.Şiizm.ru
  • www.Nur-org.ru
  • www.Az.baku.icro.ir
  • İmamat-books.ru
  • İsar-television.com
  • www.islamiyyatdotorg.com
  • www.Qurandislam.com
  • www.houseofquran.com
  • *ƏHLİBEYT (ə.s)* SAYTLARI 120-SAYT
  • SAYĞAC
    free counters

    Copyright MyCorp © 2024
    Сайт управляется системой uCoz
    -